Likidite Karşılama Oranı’nda yapılan değişiklik ne anlama geliyor?
BDDK’nın Likidite Karşılama Oranı Yönetmeliği’nde yaptığı değişiklik 15/08/2017 tarihli Resmi Gazete’de yayımlandı. Değişiklikle bankaların yükümlülükleri için TCMB nezdinde tesis etmek zorunda oldukları ‘zorunlu karşılıkların’, ‘yüksek kaliteli likit varlık’ olarak dikkate alınma oranı %50’den %100’e çıkarıldı. Değişiklik 01/04/2017 tarihinden itibaren geçerli olacak. Peki değişiklik ne anlama geliyor? Amaçlanan ne? Örneğin 27/07/2017 tarihli Sabah Gazetesi’nde BDDK’nın Likidite Karşılama Oranı Yönetmelik değişikliği, ‘BDDK’dan Faizleri Düşürecek Hamle!’ manşeti ile duyuruldu. Dolayısıyla düzenlemeden beklentilerin hayli yüksek olduğu anlaşılıyor. Düzenlemenin, bankaların likidite pozisyonlarını rahatlatma amacı güttüğü kuşkusuz. Bu rahatlamanın mevduat için rekabeti sınırlayacağı bunun da mevduat faizlerini frenleyeceği veya aşağı çekeceği söylenebilir. Peki amaç hasıl olur mu? Veya düzenleme mevduat faizlerini sınırlarken mevduat dışı bazı finansal araçların faizlerini ters yönde etkileyebilir mi? Her iki soruya da teorik olarak ‘evet’ cevabını vermek mümkün. Nasıl olduğunu açıklayalım.
Bilindiği üzere, küresel krizden çıkarılan dersler ışığında Basel 3 ile dizayn edilen birisi kısa vadeye diğeri de uzun vadeye dönük iki likidite oranı vardır. Bunlardan ilki bankaların bir ay sürecek bir stres döneminde likidite yeterliliğini sağlamayı amaçlayan ‘Likidite Karşılama Oranı (LKO), diğeri banka aktifindeki uzun vadeli varlıkların, özkaynaklar ve uzun vadeli yabancı kaynaklarla fonlanması gereğinden hareketle dizayn edilen ‘Net İstikrarlı Fonlama Oranı (NİFO)’dır. BDDK, NİFO düzenleme veya taslağını henüz yayımlamamıştır.
BDDK’nın 2015 yılı başından itibaren 2019 yılına kadar olan sürede kademeli bir şekilde uyulmasını öngördüğü LKO, likit veya likide edilmesi kolay varlıkların bir aylık dönemde yaşanabilecek net nakit çıkışına (nakit çıkışları-nakit girişleri) bölünmesi suretiyle hesaplanmaktadır. Amaç, bankaları stresli bir dönemde merkez bankalarının da desteğiyle asgari bir ay ayakta tutabilmektir.
LKO hesaplanırken hem likit varlık stoku hem de nakit giriş ve çıkışları geri plandaki stres senaryoları çerçevesinde dikkate alınma oranları ile düzeltilmektedir. LKO büyük ölçüde, bankaların nakit girişlerinin %25’ini likit formda tutmaları ya da yüksek likiditeye sahip varlıklara (örneğin devlet tahvillerine) yatırmaları, likidite stresi yaşandığı dönemlerde ise bu varlıkları merkez bankalarına teminat vererek ya da satarak likidite sağlamaları mantığı ile kurgulanmıştır. Örneğin 20 gün sonra geri çıkacak bir nakit girişi (örneğin mevduat) olduğunda, nakit girişi %25 iskontoya tabi tutulmakta, oranı tutturabilmek için %25’lik bölümün ya kasada, ya merkez bankasında tutulması ya da birinci kalite likit varlık tanımına giren menkul kıymetlere yatırılması gerekmektedir. Birinci kalite yüksek likit varlık tanımına giren menkul kıymetler; stres zamanlarında dahi düşük maliyetlerle hemen nakde tahvil edilebilecek, düşük riskli, aktif ve derin ikincil piyasası olan, merkez bankalarınca da borç vermek için ‘teminat’ olarak kabul edilen menkul kıymetlerdir. Basel Komitesinin ‘birinci kalite yüksek kaliteli varlık’ koşullarını taşıyan yegane menkul kıymet grubu devlet hazinesi veya merkez bankalarınca ihraç edilen borçlanma senetleridir. Örneğin diğer bankalarca ihraç edilmiş borçlanma senetleri, bankacılık krizlerinde karşılaşılması muhtemel ‘ters eğilim riski’ sebebiyle ‘birinci kalite yüksek kaliteli varlık’ kabul edilmemekte, ikinci kalite likit varlık grubunda %100’den daha düşük dikkate alınma oranlarına tabi tutulmaktadır. Basel Komitesi devletleri az borçlu olan, dolayısıyla yerel para cinsinden yüksek kaliteli likit varlık sıkıntısı çekilebilecek ülkeler için özel çözümler geliştirmeyi de ihmal etmemiştir. Keza faizli borçlanma enstrümanlarını satın alamayan İslami bankalar için ülke otoritelerine özel düzenleme yapma yetkisi verilmiştir.
Bankaların merkez bankalarından olan alacakları da, doğal olarak, risksiz addedildiğinden ‘birinci kalite yüksek likit varlık’ şartını karşılamaktadır. Ancak herhangi bir varlığın yüksek kaliteli likit varlık olarak değerlendirilebilmesi için serbestçe kullanımını, nakde çevrilmesini engelleyen hukuki veya operasyonel bir kısıtın olmaması gerekmektedir. Zorunlu karşılıkların serbestçe kullanımının mümkün olup olmadığı tartışma konusu yapılabilecek bir husus olmakla birlikte, Basel Komitesi’nin orijinal LKO düzenlemesinden, stres koşullarında zorunlu karşılıkların bankalarca çekilmesine imkan tanıyacak düzenlemelerin mevcut olması halinde merkez bankalarındaki yasal karşılıkların ‘birinci kalite likit varlık stoku içinde değerlendirilmesinin mümkün olacağı anlaşılmaktadır. Ülkemizde de TCMB’nın zorunlu karşılık düzenlemeleri bankaların acil durumlar da dahil olmak üzere likidite yönetiminde yeterli destek ve esnekliği sağlayacak unsurları barındırdığından %100 dikkate alınma koşullarının rahatlıkla sağlandığını söyleyebiliriz.
BDDK ve TCMB istatistiklerinden Haziran 2017 sonu itibariyle bankalarımızın TCMB nezdindeki bloke veya serbest hesaplarında zorunlu karşılık yükümlülüğüne sayılması muhtemel 215 milyar TL’si döviz ve altın, 99 milyar TL’si ise Türk Parası (30 milyar TL bloke, 69 milyar TL serbest) olmak üzere toplam 314 milyar TL mevcutlarının bulunduğu, sözkonusu tutarın sektörün toplam yabancı kaynaklarına (2.641 milyar TL) oranının %12 düzeyinde olduğu görülmektedir. Serbest hesaptaki 69 milyar TL’nin mevcut koşullarda da zaten %100 oranında birinci kalite likit varlık sayılabileceğini kabul ettiğimizde BDDK’nın yeni düzenlemesi çerçevesinde dikkate alınma oranı %50’den %100’e çıkacak tutarı 245 milyar TL civarında tespit etmek mümkündür.
Diğer koşullar aynı iken Haziran 2017 sonu rakamları esas alındığında, BDDK düzenlemesinin, 120 milyar TL civarındaki yüksek kaliteli varlık stokunu serbest kılacağı tahmin edilebilir. Buradan hareketle bankaların mevduat için rekabet etmek yerine, serbest kalan kaliteli varlık stokunu kullanarak para piyasalarından borçlanma yoluna gidebileceklerini de öngörebiliriz. Dolayısıyla düzenlemenin mevduat faizleri üzerindeki etkisinin, diğer koşullar aynı iken, yatay veya aşağı yönlü olması beklenmelidir.
Buna mukabil düzenlemenin yüksek kaliteli menkul kıymetlere bankacılık likidite mevzuatından kaynaklanan talebi azaltacağı da aşikardır. Düzenleme öncesinde bankalar LKO’nı kabul ettikleri mevduatın yaklaşık %20’sini birincil kalite borçlanma senetlerine yönlendirerek tesis edebilirken, düzenleme sonrasında kabul ettikleri fonun %15’i oranındaki bir yatırım yeterli olabilecektir. İhtiyaç duyulan %10’luk kaliteli varlık ihtiyacı ise zorunlu karşılıklarla giderilecektir. Keza bankalar için, imkan bulduklarında serbest kalan kaliteli varlık stokunu nakde tahvil etmenin de bir seçenek olduğu unutulmamalıdır. Dolayısıyla düzenlemenin yüksek kaliteli borçlanma senedi faizleri üzerindeki etkisinin, diğer koşullar aynı iken, yatay veya yukarı yönlü olması gerektiğini söyleyebiliriz.
Yasal Uyarı: Bloğumuzda yayınladığımız yazıların öncelikli amacı, ‘Bankacılıkta Risk ve Sermaye Yönetimi’ isimli kitabımızın okuyucularına kitapta irdelenen konularla ilgili daha kapsamlı ve gerektiğinde daha güncel bilgi sunmaktır. Yazılarımızda yeralan tespit ve değerlendirmeler şahsımız dışında hiçbir kişi veya kurumu bağlamaz. Yatırımcılar, yazılarımızda yeralan bilgi, tespit ve değerlendirmelerden hareket ederek para veya sermaye piyasalarında pozisyon aldıklarını iddia edemezler. Yatırım danışmanlığı ile iştigal edenler, yatırımcıları yönlendirici mahiyette tavsiyelerde bulunanlar, yazılarımızdan, kaynak göstermek suretiyle dahi alıntı yapamazlar.