Faizsiz bankacılıktaki en zorlu risk…

You may choose a language (en,ar,de,fr,tr)


Türkiye Katılım Bankaları Birliği Genel Sekreteri Sn. Osman Akyüz’ün 18 Eylül 2017 tarihinde Anadolu Ajansı’na verdiği, bankalararası faiz rekabetine de değindiği,  demeç pek çok mecrada yeraldı.  Şöyle diyor Sn. Akyüz: “Yüzde 14-15 mevduata verilen faizler var. Faiz artışı katılım bankalarını zorluyor. Faizler düşerse biz daha rekabet edebilir hale gelebiliriz. Faiz yarışı bizi sıkıntıya sokuyor.” Hemen belirtelim Sn. Akyüz aynı demecinde faizlerin düşmesi için enflasyonun düşmesi gerektiğini de belirtiyor. Bu demeçle ilgili “…yahu sizin faizle ne işiniz var…” türünden şaka yollu yorumlara da rastladık. Gerçi olaya yüzeysel bakıp ‘faiz oranlarının faizin haram veya sakıncalı olduğuna inanan tasarruf sahiplerini ilgilendirmeyeceğini, dolayısıyla bu kesimin tasarruflarıyla ticaret yapan faizsiz bankaların faizden yakınmaları için bir sebep bulunmadığını söylemek mümkün.  Ancak kazın ayağı öyle değil.  Sn. Akyüz faizsiz veya İslami bankalar için ‘Aşil’in topuğu’ olarak niteleyebileceğimiz bir zayıflıktan, bir riskten yakınıyor aslında.  Üstelik bu risk ‘adı’ ‘sanı’ olan, ‘tanımlanmış’ ve nihayetinde yönetilmesi gereken bir risk.  Daha ilginci, İslam dünyasındaki bazı akademik çalışmalarda bu riskin faizli ve faizsiz bankacılık sistemlerinin birlikte faaliyet göstermesinden  (dual banking) kaynaklanan bir risk olarak tanıtıldığına da rastlıyoruz. Aslında gerçek çok farklı.  Faizi ve faizli bankaları ortadan kaldırsanız bile bu riskten kurtulmak mümkün değil. İster faizli ister faizsiz rakip bir bankanın mevcut olduğu ve hatta tek bir İslami bankanın mevcut olduğu sistemde bile bu risk tezahür edebilir.

IFSB (İslami Finansal Hizmetler Kurulu /Islamic Financial Services Board) bu riski ‘DCR- Displaced Commercial Risk’ olarak isimlendiriliyor. Biz son kitabımızda acaba anlamlı bir şekilde “Türkçeleştirebilir miyiz?” diye hayli düşündük. Ancak İngilizce’si bile sorunlu gözüktüğünden vazgeçtik. Şimdi abartılı birkaç soruyla DCR’nin nasıl bir risk olduğunu anlatmaya çalışalım:

1) Bir ülke düşünün. Hem faizli hem de faizsiz bankacılık sistemine sahip. Ülke vatandaşları tasarruflarını diledikleri gibi değerlendirme özgürlüğüne sahipler.  Faizsiz bankaların kullandırdıkları kredilerden düşük kar payı elde etmeleri  veya  kredi zararlarını  kar/zarara katılma esasıyla kendilerine tevdi edilen fon hesaplarına yansıtmaları  sebebiyle fon sahiplerine dağıttıkları kar paylarının sürekli olarak faizli bankaların mevduata ödedikleri faizlerin altında kaldığını  varsayalım. Faizsiz bankacılık sistemi varlığını sürdürebilir mi? Evet zayıf da olsa böyle bir ihtimal var. Ancak bu dini inançları sebebiyle faize sıcak bakmayan kesimin risk iştahına bağlıdır.  Faizsiz bankalardan daha yüksek getiri sağlayan, kar/zarara katılma hesaplarına göre daha risksiz addedilen, getirisi olmasa da kaybetme ihtimalinin de olmadığı diğer ‘helal’ seçenekler mevcutsa tasarruf sahiplerinin faizin haram olduğuna inanmaları, faizsiz bankacılık sistemini ayakta tutmak için yeterli olmayabilir.

2)   Şimdi de ülkede,  faizin ve faizli bankaların yasaklandığını sadece İslami bankaların faaliyetine izin verildiğini varsayalım. İslami bankalardan birisi diğerlerine göre sürekli yüksek kar payı dağıtıyor. Kar payı düşük kalan veya negatif olan diğer İslami bankalar varlıklarını sürdürebilir mi? Mezhep-cemaat-tarikat veya benzeri bir yapılanmanın her ne pahasına olursa olsun desteği söz konusu değilse böyle bir ihtimal neredeyse yoktur.

3) Ülkede sadece bir İslami bankanın faaliyet gösterdiğini, ancak hiçbir rakibi olmamasına rağmen pozitif veya reel kar-payı dağıtamaması sebebiyle fon çekilişlerine maruz kaldığını varsayalım. Daha risksiz ve yüksek getirili ‘helal’ seçeneklerin mevcut, bireylerin ise seçme hakkına sahip olduğu bir ortamda bu bankanın da kendi imkanlarıyla ayakta durması mümkün değildir.

Peki bu türden bir riskle nasıl baş edilebilir?  Faizden hoşlanmasalar bile riske duyarlı olan, tasarruflarının enflasyon karşısında erimesini istemeyen, alternatif ‘helal araçların kazancını daha evla gören veya ‘hiçbir şekilde kimsenin zararına katılmak zorunda değilim,  param yastığın altında veya kasada  durur arkadaş..’ diyen  tasarruf sahipleri faizsiz bankalara fonlarını emanet etmeye/fonlarını çekmemeye, daha yüksek getiri sağlayan rakip  bankalara gitmemeye nasıl ikna edilebilir?

Bu sorunun cevabını yine IFSB veriyor. IFSB,  İslami bankaların rakiplerinin veya faizli bankaların sağladığı daha yüksek getiri oranları sebebiyle karşı karşıya kalacağı fon kaybetme veya fon çekilişine maruz kalma riskini  (DCR- ‘Displaced Commercial Risk’)  yönetebilmeleri için İslami bankaların gerektiğinde maruz kaldıkları zararın daha büyük bir kısmını üzerlerinde bırakmalarını (zararların fon hesaplarına yansıtılmamasını) veya kar/zarara katılma hesaplarına istikrarlı getiri oranı dağıtılmasını mümkün kılacak dahili rezervler oluşturulmasını tavsiye ediyor.

Bu noktada önemli bir sorun, kara veya zarar katılmanın esas olduğu  bir sistemde,  fon sahiplerine asgari veya gösterge niteliğindeki bir oran seviyesinde kar payını sürekli kılmayı hedefleyen bir sistemin IFSB’nin tavsiyesi de olsa, gayri-İslami bulunması tehlikesidir. Zira İslam dünyasında halen kamunun sağladığı mevduat/fon sigortasını bile faizsiz sistemin helal niteliğine halel getiren bir unsur olarak gören çevreler mevcut. Ancak oluşturulacak dahili rezervlerin dağıtılmasının, bankanın fon sahiplerine peşin bir taahhüdü niteliğinde olmaması, konjonktürün elverdiği dönemlerde rezerve katkı sağlayanların rızası ve/veya bankanın kendi kar payı hakkından veya sermayesinde fedekarlıkta bulunma suretiyle oluşturulması, banka yönetiminin gerektiğinde bankayı ayakta tutmak ve fon sahiplerini korumak için devreye sokacağı bir sigorta niteliğinde olması gibi hususlar sistemi savunmak için kullanılabilecek gerekçeler olabilir. En önemlisi de DCR ile baş edebilmenin daha makul ve daha akılcı başkaca bir yolu şimdilik yok gibi  gözüküyor.

DCR’nin etkili ve proaktif bir şekilde yönetilememesi halinde, faizsiz bankacılığın kredi ve kayıp riski sınırlanmış yapılanmalarca ihraç edilen sukuk ve türevleri arasına sıkışıp kalması ihtimali de mevcut. Kar/zarara katılım, kar peşinde koşanın riske de ortak olması teorik olarak son derece tutarlı ve adil bir düşünce. Ancak üç kuruşluk tasarrufu olan kitleler için bunu pratiğe aktarmak o kadar kolay değil. İlk kitabımızda, ahlaki riziko ile baş edebilmek için mevduat sigortasında düşük de olsa bir koasüransın bulunması gerektiğini savunuyorduk. Son kitabımızda koasüransın nelere yolaçtığını  anlatmak zorunda kaldık . Zira küresel krizde İngiltere’de ortaya çıkan görüntülere %10’luk koasürans sebep oldu. Halbuki mevduatın %90’ı mevduat sigortası kapsamındaydı. Hiç kimse %10’u kaybetmek istemedi. Mevduat sigortacılığında koasüranstan artık kimse söz etmiyor bile.

Sukuk demişken İslami bankalara mahsus ‘Fetva veya Şeriat Kurulu Riski’nden de söz etmeden geçemeyeceğiz.  Biz kitabımızda bu riskin özellikle itibar riski açısından önemine dikkat çekmiş, itibar kaybının İslami bankaların canını yakabileceğini belirtmiştik.  Ancak BAE’de kurulu Dana Gas isimli şirketçe ihraç edilen sukuklarla ilgili ortaya çıkan ‘durum’  bu riskin yatırımcılar ve fon sahipleri açısından da fevkalade vahim sonuçları olabileceğini gösteriyor. Dana Gas’ın 31 Ekim 2017’de vadesi gelen sukukları geri ödemesi gerekiyor. Ancak Şeriat kurulu sukukların Şeriata uygun olmadığını ve geri ödenemeyeceğine hükmediyor. Bir anlamda para ödünç alınırken helal olan sukuklar geri ödeme yaklaşınca haram ilan ediliyor. Sebep ne olursa olsun ortaya çıkan sonuç hiç etik gözükmüyor. Üstelik sukuk yatırımcıları bu bahanenin sukukları geri ödememek için üretildiğini savunuyor. Dana Gas sukukları nasıl çözümlenecek zaman gösterecek. Ancak dünyanın neresinde olursa olsun bu kurullara yapılacak seçimlerde gösterilecek zafiyetin İslami bankacılığa ve İslami ürün yatırımcılarına  verebileceği zararın çok büyük boyutlu olabileceği anlaşılıyor.

Son olarak bitirmeden hem DCR hem de Fetva/Şeriat kurulu riskinin faizsiz bankalar için birer İSEDES riski olduğunu hatırlatalım. İSEDES riski nedir diye merak edenler “Kritik bir İSEDES riski: Bankaların emeklilik yükümlülükleri” başlıklı yazımıza göz atabilir.

 

 

 

Yasal Uyarı: Bloğumuzda yayınladığımız yazıların öncelikli amacı,  ‘Bankacılıkta Risk ve Sermaye Yönetimi’ isimli  kitabımızın okuyucularına kitapta irdelenen konularla ilgili  daha kapsamlı ve gerektiğinde daha güncel bilgi sunmaktır. Yazılarımızda   yeralan tespit ve değerlendirmeler şahsımız dışında  hiçbir kişi veya kurumu bağlamaz. Yatırımcılar, yazılarımızda yeralan bilgi, tespit ve değerlendirmelerden hareket ederek para veya sermaye piyasalarında pozisyon aldıklarını iddia edemezler. Yatırım danışmanlığı ile iştigal edenler, yatırımcıları yönlendirici mahiyette tavsiyelerde bulunanlar, yazılarımızdan, kaynak göstermek suretiyle dahi alıntı yapamazlar.